Tarihin derinliklerinden gelen bir sessizlik, Bergama’nın kuzeyinde bir zamanlar yükselen bilgi kulesinin yankılarını taşıyor. MÖ 2. yüzyılda II. Eumenes’in emriyle inşa edilen ve Akropolis’in en kuzey ucunda yer alan Bergama Kütüphanesi, dönemin kültürel ve bilimsel ışığını yansıtan en önemli yapılardan biri haline gelmişti.
Rivayetlere göre, bu hızlı yükseliş Mısır Kralı VI. Philometor’un dikkatinden kaçmadı. İskenderiye Kütüphanesi’nin gölgesinde kalmak istemeyen kral, Bergama’ya papirüs ihracatını yasakladı. Bu yasak ise tarihin seyrini değiştirecek bir buluşa yol açtı: Parşömen.
Bergamalı zanaatkârlar, daha önce hayvan derilerinden bildikleri yazı yüzeyini geliştirerek yazının kaderini değiştirdi. Keçi ve koyun derileri, idrar, kireç ve ağaç külü karışımıyla temizlenip, sünger taşı ile pürüzsüzleştirildikten sonra yazıya uygun hale getirildi. Bu işlem sonucu ortaya çıkan dayanıklı yüzey, kitap şeklinde bir araya getirilerek codex adını verdiğimiz modern kitap formunun temellerini attı.
Kısa sürede 200 bin parşömen tomarına ulaşan Bergama Kütüphanesi, İskenderiye’den sonra dünyanın en büyük ikinci kütüphanesi olarak tarihe geçti. Ancak bu kültürel yükseliş, siyasi entrikalara yenik düştü. Romalı komutan Marcus Antonius, İskenderiye Kütüphanesi’nin yıkımından etkilenen sevgilisi Kleopatra’ya bir jest olarak Bergama Kütüphanesi’nin tüm yazmalarını armağan etti. Gemilerle taşınan bu eserler Mısır’a ulaştı, ancak kader yine değişmedi: bu eşsiz koleksiyon da bir savaşta tamamen yok oldu.
Bugün geriye kalan sadece birkaç taş, birkaç efsane ve tarihe yön vermiş bir kütüphanenin sessiz hikâyesi… Parşömenin doğduğu bu topraklar, bilginin ve kültürün zaman ötesi gücünü hâlâ fısıldamaya devam ediyor.