KÜLTÜR-SANAT

Petra: Çölün Kalbinde Taşlara Kazınmış Kayıp Medeniyet

Ürdün’ün güneyinde yer alan Petra, tarih boyunca hem ticaretin hem de inancın merkezi oldu. Kızıl kayalıkların arasına gizlenmiş bu antik şehir, kaybolmuş bir medeniyetin taşlara işlenmiş hikâyesini anlatıyor.

Çöl rüzgarlarının şekillendirdiği kızıl kayalıklar arasında yükselen Petra, yalnızca bir arkeolojik harika değil; binlerce yıl öncesine uzanan bir uygarlığın sessiz tanığı. M.Ö. 4. yüzyılda Arap Yarımadası’ndan göç eden Nabatiler tarafından kurulan bu antik kent, zamanla zengin ticaret yollarının merkezi haline geldi.

Nabatiler, göçebe bir topluluktan yerleşik hayata geçen ve ticaretle zenginleşen bir krallık inşa etti. Petra’nın adı, Yunanca “taş” anlamına gelen petros kelimesinden türese de, antik çağlarda “Raqmu” ya da “Reqem” olarak biliniyordu. Bu isimlerin “renkli taş” ya da “kutsal yer” anlamına geldiği düşünülüyor.

Altın Çağ: Zenginliğin Kayalardaki Yankısı

M.Ö. 1. yüzyıldan M.S. 1. yüzyıla dek Petra’nın Altın Çağı yaşandı. Baharat, ipek, altın ve tütsü gibi değerli mallar, Hindistan’dan Akdeniz’e uzanan yollar boyunca Petra’dan geçerken şehir adeta çölün ortasında bir hazineye dönüştü. Bu zenginlik, El-Hazne gibi mimari şaheserlerin ortaya çıkmasına olanak sağladı. Yerel efsanelere göre, bu devasa yapılar bir gecede cinler tarafından inşa edilmiştir.

Petra’nın mimarisi, Yunan, Roma ve Arap etkilerini ustalıkla harmanlayan Nabati ustaların elinden çıkma. Her taş yüzeyi, mitolojik figürlerle, geometrik süslemelerle bezenmiş durumda.

Bir İnanç Merkezi Olarak Petra

Petra’nın sadece bir ticaret kenti değil, aynı zamanda dini bir merkez olduğuna dair görüşler de dikkat çekiyor. Bazı araştırmacılar, İslam öncesi dönemde Petra’nın Arap kabilelerinin hac merkezi olabileceğini savunuyor. Kabe kelimesinin anlamı olan “küp”e benzer şekilde, Petra’daki bazı yapılar da kübik formda inşa edilmiş. Bu da Petra’nın, erken dönem Arap inanç sistemleri açısından kutsal bir mekân olabileceği ihtimalini güçlendiriyor.

Roma’nın Gelişi ve Çöküşün Başlangıcı

M.S. 106 yılında Roma İmparatoru Trajan, Nabati Krallığı’nı ilhak ederek Petra’yı bir Roma eyaleti haline getirdi. Şehirde tiyatrolar, su kanalları ve yeni tapınaklar inşa edildi. Ancak kara ticaretinin yerini deniz yollarının almasıyla birlikte Petra’nın önemi hızla azaldı.

Unutuluşun Gölgesinde Yüzyıllar

M.S. 4. yüzyıldan itibaren yaşanan depremler ve siyasi çalkantılar Petra’yı giderek yalnızlaştırdı. 7. yüzyıldaki İslam fetihlerinden sonra ise neredeyse tamamen terk edildi. Yüzyıllar boyunca Petra, sadece Bedevi kabilelerinin bildiği gizemli bir yer olarak kaldı. Ta ki 1812’de İsviçreli kaşif Johann Ludwig Burckhardt’ın keşfine dek…

Taşlara Kazınmış Sonsuzluk

Bugün Petra, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor ve dünyanın yedi yeni harikasından biri kabul ediliyor. Fakat şehrin gerçek büyüsü, sadece ihtişamlı yapılarında değil; Siq geçidinde yankılanan geçmişin seslerinde, taşların arasında kaybolmuş ruhların fısıltılarında gizli.

Bir zamanlar tanrılara sunak olan bu taş kent, artık insanlığın ortak mirası. Petra, yalnızca çölün ortasında bir şehir değil; zamanda donmuş bir destan.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu